6 Ağustos 2011 Cumartesi

Memleketimin Üniversiteleri ve Hazırlanan Tezler -1

Malumunuz artık memleketimizin her tarafından pıtrak gibi açılan üniversitelerimiz var. Bunların kimisi devletin kendi eliyle açtığı okullarken kimileri de devletin önünü açtığı Türk müteşebbislerinin eseri olan okullarımız. Toplamda 130 civarı bir sayıya denk geliyor diye hatırlıyorum. Eksiği yok fazlası vardır.
Pekiyi de bizim eldeki üniversitelerimizde nasıl eğitim veriliyor ki bu yeni yepyeni okullarımızda nasıl eğitim verilsin? Buna dair birşeyler karaladım bu yazıda.


Bilenler biliyor, buraya yazdıklarımdan da anlaşılabilir zaten, lisans ve yüksek lisans eğitimimi tarih alanında gerçekleştirdim. Blogun en tepesindeki yazıdan da Boğaziçi Üniversitesi'nde okuduğum anlaşılabilir. Yani iyi kötü yabancı yayınları da takip eden, onlara atıflar veren, yabancı dillerdeki birincil ve ikincil kaynakları da son derece yetkin bir biçimde kullanan ve herşeyden önemlisi bilim insanlarının olması gerektiği gibi yerel koşullardan bağımsız düşünme ve üretme formasyonuna sahip bir öğrenci olarak yetiştirildim. Burada ben sadece bir örnek olarak yer alıyorum, bölümdeki ve hatta okuldaki diğer insanların da benle benzerlikleri takdire şayan olmayacak kadar açıktır sanıyorum.

Bir araştırma vesilesiyle YÖK'ün sitesine girip önceden yazılmış yüksek lisans ve doktora tezlerine bakmam gerekti. Kendi tezimi yazarken de elbette siteye ve Türkiye'deki tezlere bakmıştım ama elimdeki malzeme çok işe yarar değildi. Şu araştırma içinse, işime daha fazla yarayacağını düşündüm sitenin. Nitekim yaradı da. Aradığım tarzda tezler buldum. Buldum ama nasıl tezler...

Adı üstünde. Tez dediğiniz bir önerme olmalı, bir iddia ortaya koymalı. "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlet değildir", "balıklar suda yaşayamaz", "Osmanlı Devleti'ni 2. Abdülhamit kurdu" gibi bir önerme olmalı. Neticede tez bu iddianın doğruluğunu ortaya çıkarma sürecidir en temel anlamıyla. Bir iddianız olur ve siz bunu bilimsel bazı kurallar çerçevesinde doğrularsınız, veya yanlışlarsınız. Bu noktada hemfikirsek devam edelim.

Benim bulduğum tezlerden birisi ise, en çok işe yarayanı oydu o nedenle onun üzerinde duruyorum, tez bir salname transkripsiyonundan ibaret. Salname nedir, sorusu gelebilir. TDK yıllık diye karşılamış. Daha geniş anlamıyla salname bir vilayette, bir bakanlıkta veya devletin genelinde basılmış bir veri bankasıdır. Vilayet salnamesi ise vilayete dair bilgiler içerir: vilayetin geliri, gideri, askeri ve mülki erkanı, nüfus, hayvan sayıları... gibi. Bakanlık salnamesi ise bakanlığa dair benzer bilgileri ihtiva eder: bakanın adı sanı, bürokrasisi, vilayetlerdeki uzantılara dair bilgiler. Devletin salnamesi de devlete dair daha geniş çaplı bilgileri bize verir. Bu salnamelerdeki veriler her zaman güvenilir değildir, ama önemli bir bilgi kaynağıdır.

İşte bahsettiğim tez sadece bir salnameyi almış ve transkripsiyonunu yapmış. Transkripsiyon nedir, denebilir. Şudur efendim. Osmanlıca metinler bildiğiniz gibi Arapça harflerle yazılmış Türkçe metinlerdir. Transkripsiyon denen şey bu metni Latin karakterlerine aktarmaya denir. Tarih ve Türk dili alanlarında son derece önemlidir. Tarih alanındaki bir tezde daha az önemlidir ama bu metnin kendisi: önemli olan içerdiğidir zira tahmin edileceği üzere.

Bahsettiğim tez bir tarih tezi, ve öncesinde salname nedir, vilayette neler var gibi zaten salname metninden çıkaracağımız türde bilgileri verdikten sonra sıra salname transkripsiyonuna geliyor. Bu bile başlı başına komik ve saçma bir durumken, sevgili öğrencimiz transkripsiyonda da yanlışlara imza atmış. Örneğin, belli bir amaçla toplanan para diye açıklayacağımız "iane+si" kelimesini yanlış okumuş (ki kelime elif-ayın-elif-nun-he-sin-ye diye yazılır) ve yerine "ağa+sı" (ki elif-gayın-elif-sin-ye diye yazılır) yazmış. Üstelik bunu yaptığı yer de salnamenin rakamsal verilerinin yer aldığı bir kısım, ve ifadenin başında "teçhizat-ı askeriye" tamlaması var. Yani tüm tamama aslında vilayetten "askeri teçhizat parası" olarak ne kadar alındığını belirtiyor. Halbuki sevgili öğrencimizin istediği gibi okursak, manasız bir tamlama olmakla beraber, karşılığı bir miktar para olan "askeri teçhizat ağası" gibi bir ifadeye tosluyoruz. Söz etmeye gerek yok, bu tez akademisyenlerden oluşan bir jüriden geçen bir eser. Bu tezin uluslararası bilim arenasında kaplayacağı alanı bir düşünün. 

Bu noktada da insanın aklına, "bu öğrencilerin hocaları ne ki kendileri ne olsun" sorusu ister istemez takılıyor. Şimdilerde her yerde reklamını gördüğümüz, ve tamamen piyasaya kanı emilmek üzere insan yetiştireceklerinin sözünü veren, özel üniversiteler konusunu ise bir başka blog yazarına bırakıyorum.

*Tezin yazarı, adı ve hazırlandığı üniversiteyi yazmadım zira bu tez sadece bir örnek. Başka benzer birçok tez bulunabilir.

4 yorum:

Engin Ergin dedi ki...

Merhaba,

Bu konuda sana sonuna kadar katılıyorum. Keza daha önceden dersane vb işletmelerden eğitim verenler artık Katılım sertifikası yerine Üniversite Diploması verebiliyoruz diyecekler. + Ürünü farklılaştırarak ekstra gelir kapısı sağlayacaklar. + "Üniversite" mezunu ve işsiz artacak...!

Selamlar

Araf dedi ki...

Engin'in dediği çok doğru. Yakında üni diplomasını dersaneler verecek. Ben de bunu düşünerek şuan yüksek lisans yapıyorum. Ve tez aşamasına geldim. Senin yazınla karşılaştığım sırada da Tez Önerimi hazırlıyordum. Senin söylediklerine ilginç bir katkı da benden gelsin o vakit. Ben tezimi projeye dönüştürmek istiyorum dediğimde hoca bana aynen bunun bilimsel bir içeriği yok, bırak bunla ar-geciler ilgilensin. Sen bilimsel içeriği olan birşeyler yap. Ve tümmmm hayallerim yıkıldı. Çünkü ben tez=proje olarak algılamştım. Yani bir araştırmanın önünde sonunda topluma bir katkısı olmalıdır sadece ARŞİV yazan klasörlerde kalmamalıdır diye düşünüyorum. Ama bu bile bilimsel bir yaklaşım değil inan :))

Sokrates'in Yeğeni dedi ki...

Bir hocamız anlatıyordu.

...Baktım olacak gibi değil, İngilizce öğretmenliği okuyan bir dördüncü sınıf öğrencisi tuttum. Üç ay ders aldım ondan, nihayet sınavı geçtim. Doçent oldum.

O hoca biz daha okulu bitirmeden prof da oldu. Al sana bilim.

adsumcu dedi ki...

İş sadece bizim üniversitelerde bitmiyor elbette. Şu sıralar bir makale yazmaya uğraşıyorum, Osmanlı Yahudileri üzerine. ABD'nin iyi bir üniversitesinde şimdi hocalık yapan bir kadının 2002'de yazdığı bir yazıdan da yararlanıyorum. Yazıda Brummett adında bir yazarın kitabından yararlanarak aktardığı bir bilgi var. Yahudi gazetecinin birisiyle alakalı, önemli de sayılabilecek bir bilgi.
Kısa bir google araştırması neticesinde hem Brummett'in kitabındaki bilginin hem de ondan alıntılayan kadının yazısındaki bilginin yanlış olduğunu gördüm. Şurasını da açık edeyim: bu araştırmalarını daha derinden yapsalar yanlış yapmayacakları bir bilgiydi. Yani google ve gelişen teknoloji sayesinde elimize geçen bir bilgi değil.

Üstelik, daha başka bir hatasını yakalayıp kendisine bildirdiğimde de yine aynı kadın bana cevap bile vermemişti:)