12 Eylül 2010 Pazar

İslam'a Karşı Laiklik


İslam’a Karşı Laiklik
Olivier Roy
Agora Kitaplığı, 2010
Çeviri: Ender Bedisel

2 Mayıs 2010 tarihli Radikal gazetesinin Yorum sayfasında, Agnes Poirier’in kaleminde çıkan ve orijinal metni The Guardian’da yayımlanan makale, ülkemizde de tartışmalara konu olan başörtüsü ve türban yasağının Fransız kamuoyunda neden olduğu tartışmalara ışık tutuyordu. Poirier, makalesinde şöyle diyordu: “Sarkozy, Pandora’nın kutusunu açtı ve kilidi de kaybetti… Konu o kadar utanç verici hale geldi ki, Sarkozy başbakanı François Fillon’a olaya el koymasını ve hızla, hatta yazdan önce yeni bir yasa hazırlamasını söyledi… Yasalar ve düzenlemelerin nüanslarına, fakat aynı zamanda Fransa’yla ABD veya Britanya arasındaki farklı gelenekleri açığa vuran siyaset felsefesine dair bir mesele bu. Fransa’da, ABD veya Britanya’daki insanların ‘sivil özgürlükler’ dediği şeyin bahsi pek edilmiyor. Fransızlar insan haklarından dem vuruyor. Elbette iki kavramın çakışma noktası var, fakat Fransa gibi bir ülkede devlet başka yerlerde resmi alanın dışında kalması gereken temel yurttaşlık hakları olarak görülen şeye sık sık müdahalede bulunuyor.” (Radikal, Yorum, 2 Mayıs 2010)




Fransız politikacıların İslam ile ilişkilerinin, en az Türk politikacılarınki kadar problemli olduğunu tahmin etmek zor değil. Fransa’da kamusal alanda “radikal dini pratiklerin” kendini ifade edişini yasaklamayı öngören, İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanmış rapor, türbanın insan haklarına aykırı olduğu, kadın erkek eşitliğini tehlikeye soktuğu ve bu yönleriyle, Fransa’nın laik kültürünü zedelediğini belirtiliyordu. Nicolas Sarkozy’nin Ocak ayındaki kesin ve net ifadesi ile vücudu ve yüzü saklayan örtünme şekilleri, Fransa sınırları içinde kabul görmeyecekti.

Sarkozy’nin bu tutumunu ve örtünmenin siyasal ve toplumsal alanda yol açtığı tartışmaları teorik, teolojik ve pratik yönleri ile nasıl açıklayabiliriz? Bu soruların yanıtlarını oldukça eleştirel bir biçimde arayan bir kitap, geçtiğimiz aylarda Türkçe’ye çevrildi. İslam üzerine çalışmaları ile tanınan Fransız siyaset bilimci Profesör Olivier Roy’un Agora Kitaplığı’ndan çıkan “İslam’a Karşı Laiklik” kitabının, Fransa’daki tartışmalar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de oldukça zamanlı basıma girdiği söylenebilir. Roy’un, orijinali 2007 yılında yayımlanan kitabı, İslam’ın siyasal yansımalarını, Batı Avrupa’daki göçmenler konusuna odaklanarak irdelemeyi amaçlıyor. Bir anlamda Roy, kitabında İslam tartışmasının toplumsal boyutuna iniyor ve Fransız siyasetçilerin, laiklik konusundaki tutumunun arkasında yatan “korku”ları ve bu korkuların siyaset arenasında ne şekilde bir politika yapma aracına dönüştürüldüğünü masaya yatırıyor. Fransa’daki İslami entelektüellerin Müslüman kimliğini, laikliğin egemen olduğu bir coğrafyada nasıl devam ettirdiğini ve İslami kültürün, laik kültür ile ne yönleriyle uyuştuğunu ve zıt düştüğüne tartışmasında yer veren Roy’a göre, Müslüman fundamentalizmi üzerine sürdürülen tartışmalar, çoğu zaman başka hedefleri gizliyor. (sf. 5) Bu hedeflerin başını ise, Fransız hükümetinin de gündeminde yer alan, göçmen sorunu oluşturuyor. Roy, hükümetin asıl sorununun göçmenlerle değil, fakat göçmenlerin sembolize ettiği kültür ile olduğu çıkarsamasında bulunuyor: “Göçmenler laik Müslümanlar olsun isteniyor. Cumhuriyetçi devletin din alanına müdahalesi bu mücadele biçimini doğrularmış gibi görünüyor. (sf. 45)

Roy’un tartışması, konuya yeni bakış açıları getirmesi ve konuyu farklı yönleri ile değerlendirmesi açısından önem arz ediyor. Tartışmayı içselleştirip, Türkiye boyutundan düşünecek olursak ve yeni sosyal hareketler olarak tanımlanabilecek, ideolojik tartışmalarda kimlik, kültürel seçimler ve yaşam tarzları boyutunu ön plana çıkaran yaklaşımların, günümüz sosyal ve siyasal analizlerinde geçerlilik kazandığını öngörürsek, Roy’un ortaya attığı tezin Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Bu perspektifte, İslam, sadece bir inanç değil, toplumu belirli bir kalıp içerisinde tahayyül etmenin bir aracıdır. Din, bireyin tanrı ile olan ilişkisinden çok daha fazlasını içerir, çünkü bu ilişki, devlet olarak tanımlayabileceğimiz bir üçüncü şahsın gözünde şekillenir. Laiklik ise, bu aracın kullanım kılavuzudur. Roy’un kelimeleri ile konuşacak olursak, tartışmanın, toplumsal alanın din ve devlet eliyle yeniden yapılandırılması üzerine kurulduğunu (sf. 79) ve bu kurguda sekülerleşmenin, kutsallaşamayan ve böylelikle devletin gücünü tehdit etmeyeceği öngörülen dine süreklilik kazandırılma çabası olduğu görülür. (sf. 86)

Bu disiplinler arası perspektifte din, diğer toplumsal sorunlardan ayrı düşünülmeyeceği gibi, bilakis, bu sorunların görünürlük kazanmasında önemli rol oynayan bir öğe olarak şekillenir. Din, farkındalık yaratma çabasındaki sosyal hareketlerde kilidi açabilecek ve tartışmanın farklı boyutlarına ışık tutabilecek olduğu gibi, aynı tartışmaları, özellikle politikacıların gözünden, muhafazakar çıkmazlara da sokabilir. Toplumsal bir olgu olarak İslam, ve çözümsüz kalan laiklik tartışması, devlet-birey arasındaki güç ilişkisine, devletin, örnek özneler yaratma çabasında uyguladığı tahakküme ve bunun somutlaştığı katı politikalara ışık tutuyor. Roy’un belirttiği gibi laiklik, “boşanan devlet ile kilisenin çocuğudur”. (sf. 78) Fakat bu sürecin kültürel ve toplumsal yansıması ne şekilde olmuştur? Hukuksal olarak tescillenen bu ayrılık, toplumsalda ne derece benimsenmiştir?

Bu yaklaşım, Roy’un da amaçladığı gibi, laikliğin İslam ile olan karşılaşmasını ve çatışmasını, salt teorik ve teolojik boyutu ile değil, toplumsal çıkarımları ile ele alıyor. Türkiye’de de din, belki Fransa örneğinden (göçmenlik boyutu ile) biraz farklılaşan, fakat birey-devlet arasındaki güç ilişkisinin ideolojik yönlerini aydınlatması ve kimlik politikaları üzerine sürdürülen tartışmaların çeşitliliğine katkısı yönünden düşünüldüğünde, tartışmaya yeni boyutlar katan bir etmen.

Roy’un gözünde sorunun bir kısmı, yani gittikçe büyüyen köktendincilik korkusu ve yükselen (ve laik kültüre aykırı düştüğü kabul edilen) köktendinci kimliğe karşı hükümetin attığı adımlar ve bu adımların yarattığı toplumsal huzursuzluk havası, laikliğin kavramsallaştırılmasında ve dine yaklaşımında yatıyor: “Laiklik dini ayrı bir kategoride yaratıyor; soyutlanması ve sınır içine alınması gereken bir kategoridir bu. Ve bu olgu, dinsel kimliklerin pratiklerde ve daha çeşitli kimliklerde erimelerine göz yummaktansa, o kimlikleri güçlendirir. İslam’ı aralıksız ‘cemaatleşme’ye yönelten ve onu kınamak amacıyla aleyhinde yürütülen güncel kampanya, onun özselleştirilmesine ve kendi içine kapanmasına katkıda bulunur.” (sf. 149)

Olivier Roy’un kitabı, içerik olarak konuya yabancı olduğunu düşünen okurlar için belki biraz ağır kaçabilir. Kitap, laiklik kavramının teorik zeminini çizmektense, din ve siyaset konusuna eğilen araştırmacılar için, sorunsallaştırdığı nüanslar ile yapıcı bir beyin egzersizi sunuyor. İslam’a Karşı Laiklik, özellikle Fransa’daki güncel gelişmeleri takip etmek ve arkasında yatan tartışmaları bir uzmanın değerlendirmeleri ile anlamak isteyen okurlar için kısa fakat içerik açısından yoğun bir kaynak sunuyor.

Hiç yorum yok: