28 Ağustos 2010 Cumartesi

Anayasa Değişikliği Paketi Üzerine - 1: HSYK

Aytuğ’nun çağrısına geç de olsa icabet etmem gerektiğini düşündüm. Fikirlerim var ve kafam karışık. Ve benimle gerçekten siyasal ve hukuksal bir düzlemde tartışacak, bana bilgi verecek ve hatta belki de beni ikna edecek seslere ihtiyacım var.

Not: Bu yazı evetçiler ve hayırcılar baz alınarak yazılmıştır. Bunun nedeni yazarın boykotçuların duruşlarını değerli bulmuyor ya da görüşlerine katılmıyor olması değil. Değişiklik paketinin var olan içeriğine yönelik bir tartışma yürütme çabasıdır.)

Anayasa değişikliği paketini tartışmak gerekiyor, ama istisnasız tüm partilerin ve hatta bazı hukukçuların yaptığı gibi paket “iyi” ya da “kötü” noktasından daha derin bir tartışma yürütmek lazım. Bazılarının yaptığı gibi isminin önündeki “prof. dr.” yazısından aldıkları güçle “bana inanın”, “evet deyin” ya da “hayır deyin” demekten ileri bir tartışma. Seçmen olarak benim de nedeni açıklanırsa neden öyle ya da böyle demem gerektiğini algılama kapasitem olduğuna inanan bir tartışma. Onlarca kez değiştirilmiş bir anayasamız var, toplam kaç kez değiştiğini bile hatırlamıyoruz. Paketler halinde 16 kez değişti, toplam 90 kez değişti diyenler var (sayısal bir hata olabilir, düzeltirseniz sevinirim). Tam sayı olarak kaç kez değiştiğinin pek de bir önemi yok, önemli olan çok kez değişmiş olması. Çok kez değişmiş bir anayasada yapılacak yeni değişikliklerin partiler nezdinde “82 Anayasası’na evet mi” “hayır mı” noktasında kilitlenmesine ancak komik denebilir. Anayasayı tartışalım, bu kadar kez değişmiş olmasını, neden kaldırılmadığını/kaldırılamadığını konuşalım. Ya da en azından bu yeni değişikliklerin ne anlama geldiğini, içeriksel olarak, hukuki olarak bu değişikliklerin ne demek olduğunu konuşalım ve birbirimizi ikna edelim. Ben açıkçası çok açığım ikna olmaya ve belki de niyetliyim. Herkese söylüyorum bana neden “hayır” demek gerektiğini, “bizi ayakta uyutuyorlar”, “bu anayasa değişiklikleri cumhurbaşkanına ekstra güç veriyor” gibi yuvarlak ve içi doldurulmamış sözler kullanmadan “çünkü… maddesinde… deniyor ama bu…. demek, zira değişiklik öncesinde… olan şey şimdi… oluyor” diye açıklayın, ben de içim rahat hayır diyeyim. (Yine belirtmekte yarar var iki seçenek varmış gibi yazılmasının nedeni yazarın değişiklik maddelerinin içeriğiyle ilgili bir tartışma yürütülmesini arzulanmasındandır. Yoksa bu paketi ne kadar önemli sorunları, hangi maddeleri dışarıda tuttuğu bilinmekte. Boykot ayrı bir yazı konusu olması gerekn bir konu diye düşünüyorum.)

177 maddeli bir anayasanın geçici maddeler dahil 26 maddesinde önerilen değişikliklerin bu maddeler içinde de değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Demek istediğim konunun siyasileşmemesi tamamen bilgi üzerinden tartışılması değil. Bunun olmayacağını ve hatta olmaması gerektiğini, asıl o zaman en saklı, dipten, derin derin ilerleyen, tehlikeli bir politikleşmeden korkulması gerektiğine inanıyorum kendi adıma. Ama en azından bir miktar, en azından kendi aramızda maddeleri ne olup ne olmadıkları, neyin nasıl değiştirilmeye çalışıldığı konusunda düşünmemiz, tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde bizi ‘neden evet neden hayır’ı tartışırken şu an Türkiye gündeminde yapıldığı (hatta ezelden beri yapılmakta olduğu) üzere sığ politikalar yapmaktan, birbirimize sataşırken ana ve asıl önemli olan şeylerin etrafından dolanmaktan kim kurtaracaktır. Siyasetin “sen çömeldin, ben ayakta durdum”, “senin eski başkanın da aynı Hitler’di”nin az ötesine taşınmasının hayalini beraber kuruyoruz sonuçta.

Gönül ister ki her madde üzerinden müzakere edelim, bilgileri ortaya dökelim, her yerini iyice deşelim paketin. Ama bunu ne benim tek başıma, ne de tek bir yazıda yapmam mumkün. O nedenle bu yazı bünyesinde paketin en çok konuşulan maddelerinden HSYK ile ilgili değişikliğe bildiğim kadarıyla kısaca değinmek ve sizin de bu konudaki fikirlerinizi duymak istiyorum. Hatta benim anlamadığım, yanlış anladığım yerleri tamamlamanızı, düzeltmenizi tüm kalbimle temenni ediyorum.

82 Anayasası’ndaki mevcut madde uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) toplam 7 üyeden oluşuyor. Bu üyelerden ikisi Adalet Bakanı ve Müsteşarıdır. Bakan kurula başkanlık eder, müsteşar ise kurulun doğal üyesidir yani seçilmez. Geri kalan 5 asil üyenin 3’ü Yargıtay’ın belirlediği (her üyelik için 3 isim belirliyor Yargıtay), 2’si ise Danıştay’ın belirlediği (aynı şekilde Danıştay da her üyelik için 3 isim öneriyor) isimler arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Bunun yanında Yargıtay 3, Danıştay da 2 Yedek Üye (aynı kurala tabi şekilde) belirliyorlar. Dolayısıyla mevcut durumda HSYK üyelerinin 5’i dolaylı olarak Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Bunun dışında kalan 2 kişi ise zaten hükümet ilişki doğal üyeler. Gelelim değişikliğe: buna göre kurulda 22 asil, 12 yedek üye bulunacak. Asil üyelerden 4 tanesi Yüksek Öğretim Kurumları’nın hukuk bilim dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından direkt olarak seçilecek. Bu durumda Cumhurbaşkanı gibi halk tarafından seçilmiş olmayan birine böyle bir yetki verilmemeli denebilir (benim aklıma ilk o gelmişti) ama biliyoruz ki artık onu da biz seçeceğiz. Bunun dışında kurulun “…üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.” Yargıtay ve Danıştay üzerindeki Cumhurbaşkanı’nın seçme yetkisi kalkıyor. Bunun yanında Türkiye’deki hakimlerin ve savcıların %70’ini oluşturan kürsü hakimlerinin azından birinci derece olanları kurula 7 asil üye sokabiliyor. Bu da demek oluyor ki kendileri hakkında karar verme yetkisi olan bir kurulun üyelerini seçebiliyorlar. Mevcut anayasada kurul sadece (yine kurulun atadığı) Danıştay ve Yargıtay üyeleri tarafından seçilebiliyor. Kürsü hakimleri kendi haklarında “mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapmak” ile yetkili olan kurulun üyelerini seçemiyordu. Ferhat Sarıkaya’yı hatırlarsınız, bir gün Özel Yetkili Van Savcısı iken ertesi gün meslekten ihraç edildi ki bu avukatlık bile yapamayacağı anlamına geliyor. Ferhat Sarıkaya gerçekten Şemdinli İddianamesi’nde ihracını gerektirecek bir şey yapmış olabilir, ama en azından bence kendini savunmayı ve yargılanmayı hak ediyordu. Düzenlemede buna yer veriliyor, mevcut anayasada tüm kararları yargı denetimine kapalı olan kurulun meslekten ihraç kararına karşı yargı yolu açılıyor. Benim gözüme şüpheli gözüken konu anayasada değil kanunda düzenlemesi öngörülenler hakkında: “Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir” deniyor. Türkiye’de seçmen hiç fark etmeden kanunlarda ve hatta yönetmeliklerde neler düzenlendiği malum. Dolayısıyla bundan çekinmek gerek diyorum. Her ayrıntısına değinemedim düzenlemelerin, aklıma ilk gelenler bunlar olduğu için bunları yazdım. Ama elinizde başka bilgiler varsa ve başka görüşler paylaşırsanız çok iyi edersiniz.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Fikir Mahsulleri Ofisi çalışanlarına ve okurlarına açık çağrı




Fikir Mahsulleri Ofisi’nin değerli yazarları! Önümüzdeki aylarda, hem blogumuzu daha canlı hale getirmek hem güncel tartışmalara katkıda bulunmak hem de hepimizin işine yarayacak bir şeyler yapmak için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum: Anayasa değişikliği referandumu. Yıllardır farklı açılardan eğitimini aldığımız bu konuyla ilgili hepimizin edecek birkaç kelamı var elbet, ayrıca çoğumuzun kullanacağı oyla ilgili kafasının karışık olduğunu dost sohbetlerinden biliyorum.


Diyorum ki, önümüzdeki 1,5 ay boyunca referandumla ilgili yazıp çizelim, başkalarının yazdıklarını deşelim, sonra da 11 Eylül akşamı oyumuzun rengini (eğer istersek) buradan açıklayalım. Oya karar verirken, bu sanal ortamda sürdüreceğimiz tartışmadan yararlanalım, çünkü hepimiz biliyoruz ki gerçek bir demokrasi için derinlemesine tartışmalara, toplumsal alanda sürdürülen müzakerelere gereksinim var. Ayrıca çok kişisel olarak, benim kafamda birçok soru var bu referandumla ilgili, bunların da yanıtlarını bilerek karar vermek istiyorum. Dün annem de bir şeyler sordu, ayıptır söylemesi, bir yerden sonra apıştım kaldım, yanıtım kalmadı. Oyumu verirken böyle olsun istemiyorum.

Referandum, birçok açıdan tartışmalı. Bu çok çeşitli konuların aramızdaki tartışmayı da sıcak ve ilginç kılacağını umuyorum. Aşağıda, karar vermek için bence yanıtlanması gereken soruları yazıyorum. Kişisel olarak karar vermem için, kolektif olarak da düzgün bir tartışma sürdürebilmemiz için, önce yanıtını aradığımız soruları belirlemenin en doğrusu olacağını düşündüm. Elbette ki, bu tüketici bir liste değil, katkılarınıza açık. Yazılacak yazılar, edilecek kelamlar, bu soruların hepsiyle de alakalı olabilir, biriyle de alakalı olabilir. Ve elbette hiçbiriyle de alakalı olmayabilit, bambaşka bir soru üzerinden kurulmuş olabilir. O zaman da benim kullandığım bakış açısının neyi önceliklendirip neyi görmediğiyle ilgili bir bulgu ortaya konmuş olur.

A) HAZIRLIK
a. Anayasa değişikliğinin hazırlığı, teklifi verenler tarafından, olması gerektiği gibi (katılımcılık ilkesine uygun, öncelikleri gözeterek...) yapıldı mı?
b. Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar uygun muydu?
c. Referandum öncesinde, başta Hükümet ve AYM olmak üzere, siyasi aktörler tarafından atılan adımlar, referadumda vereceğimiz oya karar verirken göz önüne almamız gereken değişkenler midir? Referandumun sonucuyla bu aktörlerin bundan sonraki siyasi davranışları arasında olası ilişkilerden söz edilebilir mi?

B) İÇERİK
a. Referandum sonucunda öngörülen değişiklikler gerçekleşirse, yasama-yürütme-yargı arasındaki güç dengesi nasıl değişir? Bundan sonra Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçileceği göz önünde bulundurulursa, Türkiye siyasi rejiminde ne gibi değişiklikler olur? Yapıları değiştirilen hukuk kurumlarının davranışlarında ve alacakları kararlarda ne gibi değişiklikler olur?
b. Kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı gibi konularda bu anayasa değişikliği neler öngörüyor? Sonucu ne olur?
c. Sosyal eşitsizliklerin giderilmesi ve ayrımcılığın önlenmesi konusunda bu anayasa değişikliği neler öngörüyor? Değişiklikler gerçekleşirse sonucu ne olur?

C) KAMPANYALAR
a. Anayasa değişikliği referandumu kampanyalarında partiler ve liderler tarafından kullanılan siyasi söylemler nasıl şekilleniyor, nelere işaret ediyor?

D) SONUÇLAR
a. Anayasa değişikliğinin referandumda kabul edilmesinin ya da reddedilmesinin siyasi sonuçları neler olur? Hükümet, muhalefet, yargı kurumları, TSK referandumun sonucundan nasıl etkilenir?
b. Anayasa değişikliği referandumunun sonuçlarının gelecek yıl yapılacak genel seçimlere bir etkisi olur mu?
c. Anayasa değişikliğinin doğrudan olmayan siyasi etkileri, referandumda kullanacağımız oyu kullanırken belirleyici olmalı mı? Neden?
Sorular üzerine düşünelim, tartışalım. Burada sürdüreceğimiz tartışmanın çok katılımlı, nitelikli ve işe yarar olması dileklerimle. Bu anayasa değişikliği ve etrafında oluşturacağım fikirle ilgili güvendiğim insanların katkısını almayı umuyorum...

Ordan Burdan



1-Dünya Kupası biteli bir hayli oluyor gerçi. Ta o zamandan içimde kalan bir yazı konusu vardı. Kısmet bugüneymiş.
Almanların önüne geleni ezip geçtiği dönemler, Mesutlu Khediralı Almanlar Löw önderliğinde finale doğru gidiyor. Mesut da güzel oyunuyla takımına katkıda bulunurken burada Alman takımına dair bazı laflar edilmeye başlandı.
Örneğin Güntekin Onay ısrarla birden çok kere şu tarz cümleler kurdu.
"Eskiden Völlerli, Kahnlı, Rumenigeli, Klinsmanlı Almanyayı izliyorduk ama artık Almanların o nesli kalmadı. Şimdi Türk, Polonyalılar Alman takımında yer buluyor."

Takıldığım nokta şurası: Güntekin, ki kendisi birkaç yabancı dil bilen eli yüzü düzgün bir spor insanı, şunu algılayamıyor. Ortada çok anormal bir durum yok. Değişen Almanya toplumunun yeşil sahaya tezahürüdür Mesut isimli Podolski soyadlı Almanların Alman milli takımında yer alması. Giderek yeni nesiller Almanya toplumunun asli unsuru haline geliyor, veya en azından buna çabalıyorlar. Futbol da bu "eklemlenme" işine yardımcı oluyor kısmen. Fransızların evvelden keşfettiği bu durumu, Zinedine Zidane, Anelka... tarzı siyahi oyuncularıyla, Almanlar da kullanıyor artık.

Dolayısıyla "vay be adamlar Kenyalı, Türk, Polonyalı oyuncularıyla şampiyonluğa koşuyorlar" gibisinden yorumlar fazlaca kahvehane yorumu tadında kalıyor. Bu adamlar esasen Alman toplumunun birer parçası artık, analarının babalarının aksine bu toplumu daha fazla benimsemiş durumdalar. Sanıyorum bu da sadece futbolculara özgü bir durum değil, Alman toplumunun göçmen kökenli kısmını yansıtan bir durumdur.

2-Burada şu da aklıma takılmadı değil. Düşünün bizim milli takımda adı Hans olan veya Mario olan bir Türk olabilir miydi? Bilirsiniz bizde "devşirme" diye adlandırılan bazı oyuncular var, Aurelio en bilinen ve enbaşarılı oyuncu bu örneğe uyan. Ama bu adam adını sanını muhafaza ederek Türk vatandaşı olamadı, Marco olan adını Mehmet yaparak TC vatandaşı olabildi. Kimse de ya birader nerden icab ediyor bu, demedi.
Biraz uçalım. Misal buraya çalışmaya gelen Afrikalılardan birileri buraya yerleşse, yasal olarak çalışsa, çocuğu da burad okula falan gitse... Adı da Jonathan olsa, bu adını muhafaza ederek TC vatandaşı olabilir mi, milli takıma girebilir mi?

3-Devşirme lafına da iki çift lazım olacak. Herkes tarihçi olunca bu tarz manasız yakıştırmalar da oluyor maalesef.
Bir kere devşirme denen metot asıl olarak zaten Osmanlı tebası olan Hıristiyanların erkek çocuklarının erken yaşlarda alı konularak Müslüman yapılıp Osmanlı devlet aygıtında kullanılması manasına gelir. Yani, örneğin Balkanlarda ailesiyle yaşayan Osmanlı tebası Yani, 7 yaşında ailesinden koparılır, başkente getirilir, devlet aygıtının kendisine en uygun olan seviyesinde bir devlet görevlisi olur. Bu arada adı Yani değil, Mehmed'dir artık. Müslüman olmuştur...Ama hala ve hala Osmanlı tebasıdır.

Bizim sevgili matbuatımız ise bu terimi yaklaşık bir iki saat önce Avrupa ikincisi olan Elvan Abeylegesse örneğinde kullanıyor. Türkiye ile ilgisi olmayan bir coğrafyadan bir biçimde TC vatandaşı olan ve burada yetişenbir sporcudan ahsederken "devşirme" deniyor. Benzer kullanım Marco Aurelio için de geçerli. Halbuki iki durumda da devşirme tabiri yanlış. Zira sistemin dışından birisi sistemin parçası haline geliyor bu örneklerde. Devşirme sistemindeyse aynı tabiyet sistemi içinde kalınıyor.