30 Aralık 2009 Çarşamba

Unutulmuş Bir Yahudi Gazeteci Avram Benaroya Hayatı ve Anıları


Rıfat N. Bali adı son on yılda siyaset ve tarih alanında yazdıkları sayesinde sıkça duyuldu. Türkiye Musevileri konusunda kaleme aldığı (Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945) ve katkıda bulunduğu (Avner Levi’nin Türkiye Cumhuriyetinde Yahudiler kitabı) birçok eserle Türkçe külliyata yadsınamaz katkılarda bulundu, bulunmaya devam ediyor. Bali’nin son çalışmalarından olan Unutulmuş Bir Yahudi Gazeteci Avram Benaroya Hayatı ve Anıları yukarıda zikredilen ikinci grup kitaplardan.

Kitap, aslında konuyla ilgilenenler için yeni değil. Zira 2004 yılında, yine Rıfat N. Bali’nin editörlüğünde, İsis Editions tarafından yayınlanmıştı. Başarılı bir çeviri örneği olan Türkçe kitap, aslında Fransızca metnin tercümesinden fazlasını içeriyor. Orijinaline ilaveten Avram Benaroya’nın Tan’a yazdığı bir makaleyle, Prof. Saffet Şav’ın Mudanya Konferansı’na dair Vatan ve L’Etoile du Levant gazetelerine yazdığı üç adet makale de yer alıyor. Rıfat N. Bali, bu farkı kitabın hemen başında “Türkçe baskıya not” başlığı altında okuyuculara açıklıyor.

Kitap esasen, adından da anlaşılacağı gibi, Avram Benaroya adlı Yahudi gazetecinin hayattayken kaleme aldığı anılarına dayanıyor. Unutmadan, Bali’nin kitabın başında ifade ettiği üzere, stenografi muallimi Avram Benaroya’yı adaşı, ilk Osmanlı sosyalisti sayılan Avram Benaroya ile karıştırmamak gerekiyor. Muallim Benaroya’nın hayatına kısaca değinmek gerekirse Avram, 1888’de dönemin önemli Yahudi merkezi Edirne’de doğar. Buradaki Alliance Israélite Universelle okullarındaki başarılı öğrenciliği sayesinde, Paris’teki Yahudi Öğretmen Okulu’na (Ecole Normale Israélite Orientale) gitmeye hak kazanır. 1910’da Alliance tarafından İstanbul’a, Hasköy’deki Sevor Ahayim okuluna mülazım (adjoint) olarak atanır. Yahudi çocuklarına Fransızca öğretmeye başlar. Aralık 1911’de istifa eder ve Şam mülki idadisine Fransızca öğretmeni olarak atanır. Bu sırada kurduğu iyi ilişkiler neticesinde, ordu sansür heyetinde yer alır ve Birinci Cihan Harbi’nin buhranlı günlerinde kendisine bir sığınak bulur (s. 11-12).

Benaroya’yı Osmanlı/Türk Yahudi tarihi açısından asıl önemli kılan aslında öğretmenliği değil. Benaroya, Paris’te öğrenciyken tesadüfen bir stenografi kitabı görür ve hemen bu teknikle ilgilenmeye başlar. Neticede stenografiyi Osmanlıcaya uyarlamayı başarır. 1918 senesinde Türkçe Lisanına Mahsus Stenografya Usulü adlı bir kitap yazar. İlerleyen yıllarda hem Osmanlıcaya hem de 1928’de Latin alfabesine geçilince yeni alfabeye uygun stenografi teknikleri yaratır. Stenografi üzerine altı kitap yazar. Büyük Millet Meclisi bunun üzerine, 1928’de Benaroya’yı stenografi muallimi olarak işe alır (s.13).

Benaroya gazeteciliğe ise 1910’larda Le Jeune Turc gazetesinde başlar. Sonra, Fransızca yayınlanan birçok gazetede çalışır: Stamboul, La République, La Turquie, ve Albert Karasu’nun sahibi olduğu Le Journal d’Orient. 1948’de kendi gazetesini kurar, L’Etoile du Levant. Gazetesi, 20 Haziran 1955 tarihindeki vefatının ardından 1957’de kapanır. Bir süre çalıştığı Le Journal d’Orient gazetesi de dâhil olmak üzere, Yahudi cemaati vefatıyla ilgilenmez. Onlara inat, eski mensubu olduğu Alliance’ın genel sekreteri Eugene Weil gazetesine bir başsağlığı mesajı yollar (s.18-19).

Kitap ağırlıklı olarak Benaroya’nın 1950 ila 1951 arasında gazetesinde tefrika ettiği anılarından oluşuyor. Kronolojik bir sıralama olmaksızın aktarılan anılardan, Mudanya Konferansı sonunda İsmet Paşa’nın verdiği mülakatın sadece kendi gazetesi Stamboul’da yer aldığını, Şam idadisinde göreve başlama hikâyesini, Meclis’te harıl harıl not tutan stenografları gören mebusların stenografiyi “bir Yahudinin öğrettiği şeytan yazısına” benzettiğini, 1930’lu yıllarda öğretmen olduğu Sultanahmet Ticaret Lisesi’nin ikinci sınıfının dönem birinci ve ikincisinin iki Yahudi olduğunu öğrenebiliyoruz. Bunlar Benaroya’nın anılarından edindiğimiz bilgiler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kitapta onun hatıralarından başka parçalar da var.

Kitap Rıfat N. Bali’nin bize sunduğu diğer eserler gibi Osmanlı/Türk Yahudi tarihinden bir kesiti aydınlatmaya yardımcı oluyor. Stenografi hocası olarak Meclis’te maruz kaldığı düşmanlıkla ilgili olarak aktardığı şu cümleler, Benaroya gibi bir asimilasyon yanlısının bile nelerle uğraşması gerektiğini göstermesi açısından önemli: “Dar görüşlü ve aşırı milliyetçi kimseler Yahudi olduğum için değil, Türk ‘vatandaşı’ olduğum için bana kızıyor gibiydiler. Ben yabancı bir mütehassıs olsaydım her şey normal olacaktı. Onları sinirlendiren benim Türk Yahudi’si olmamdı. Türk dili için bir stenografi yaratma hakkını nereden alıyordum? Bunu küstahlık olarak nitelendiriyorlardı.” (s. 68)

Meraklısına not: Yazı yolladığım halde -bilmediğim nedenlerden- matbuatımızca yayınlanmayınca blogda kendisine yer buldu efendim.Önceden şurda burda yayınlanmamıştır, ilk defa blogumuzun değerli karilerine sunulmaktadır. Rıfat N. Bali'nin kişisel sitesine ulaşmak için tıkayınız.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları-6


Bu ikinci neslin kökenleri, aslında Fransa'ya gelen göç dalgalarının tarihçesini yansıtıyor:ikinci nesil İtalyanlar açık ara sayıca en fazla olanlar (%22,6), onları Cezayirliler (%14,1), İspanyollar (%12,9), Portekizliler (%10,4) ve Faslılar takip ediyor (%9,1).
"Şimdilerde Türkiye'den ve Sahraaltı Afrikası'ndan gelen göçmenlerin ikinci nesillerinin oluşumunu gözlemleyebiliyoruz. Bunlar, gelecek yıllarda daha önemli konumlara erişecekler" diyor Catherine Borrel ve Patrick Simon. 1999'da, bu iki coğrafya için oranlar sadece %3,4 ve %5,6 idi.

Fransa'nın yeganeliği bu uzun tarihte gizli: bu yeganelik, karışım olma halini demografik siyasetimizin değişmezlerinden birisi haline getirdi. Yıllar içinde Fransızların kökenlerini değiştiren ikinci, üçüncü hatta dördüncü nesillerin oluşmasına sebebiyet verdi. "Her dört Fransızdan birinin göçmen bir dede veya ninesi var. Bir sonraki nesilde bu oran üçte bire yükselecek." François Héran'ın öngörüsü bu yönde. INED'in eski başkanına göre, Fransa'ya göç, birkaç yıldır İspanya'ya gerçekleşen büyük miktardaki göçün aksine, "kalıcı bir hal aldı."

Tefrika ettiğim yazıyı Le Monde'dan aldım, çeviri bana aittir.
Fransa'da uzun zamandır bir milli kimlik tartışmasıdır sürüp gidiyor.Doğrudan doğruya Sarkozy tarafından başlatılan ve devletçe desteklenen, halkın katılımı istenen bir süreç olarak ilerliyor.Sadece bu konuların tartışıldığı bir siteleri de var, resmi bir site:
www.debatidentitenationale.fr
Şubata kadar falan açık sanıyorum.
Bu göç olayına dair de bazı grafikler var elimde, onları da aktarmaya çalışacağım, zira bu tartışmada önemli veriler sağlıyorlar kanaatindeyim.

Konuyla alakalı aktaracaklarım bitmedi.Yakında bu konuyla alakalı bir sosyologla yapılmış bir röportajdan bazı kısımları aktaracağım.Sonrasında -zamanım olursa- okullarda bu kimlik meselesine nasıl bakılmakta, talebeler bu kimlik meselesinde hangi noktadalar ona değinicem.

18 Aralık 2009 Cuma

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları-5

Bu uzun göç tarihçesi, Fransa’ya komşularının çoğunda bulunmayan bir duruma yol açtı: ikinci hatta üçüncü kuşak göçmenler.
“Avrupa’nın geri kalanı, İsviçre ve, daha az ölçüde, Federal Almanya istisna kalmak koşuluyla, bu durumu aynı derecede yaşamıyor” diye yazıyor François Héran Le Temps des immigrés adlı kitapta. “Avrupa’nın güneyinde göç çok yakın tarihli bir olgu olduğundan sorun yaratma noktasında değil henüz.”

Yıllar içinde, ikinci hatta üçüncü nesil göçmenler ülkenin görünümünü derinden şekillendirdiler, öyle ki birçok Fransız bu nedenle göçün artarak devam ettiği kanaatinde. Catherine Borrel ve Patrick Simon’un araştırmasına bakılırsa, ikinci ve sonraki göçmen nesillerine mensup kişiler 1999’da 4,5 milyonluk bir kitleye denk geliyordu: ikinci nesil toplam nüfusun %7,7’ini oluşturuyordu –ilk neslin oranıyla neredeyse aynı, %7,4. 1999’da Fransa’da yerleşik 58 milyonun, 9 milyonu ya doğrudan göçmendi, ya da sonraki nesil göçmenlerdendi.

15 Aralık 2009 Salı

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları-4


Göç istikrarlı bir hal alsa bile, görünürdeki hali değişim geçirmektedir. Aile buluşması kapsamında gelen kadın ve çocuklar, tedricen Mağrib’ten 1970’lerde fabrikalarda çalışmak için gelen genç bekârların yerini aldılar.

INSEE (Institut National de la Statistique et des Etudes Economiques) tarafından geçen eylülde yayınlanan bir araştırmada, Olivier Monso ve François Gleizes şu noktanın altını çiziyorlardı: “Zaman içinde, göç saikleri değişme gösterdi ve 1974’ten bu yana ailesel nedenler öne çıktı.” Gelinen ülkeler de değişti: göçmenler gittikçe, Sahraaltı Afrika ve Güneydoğu Asya gibi, daha uzak topraklardan gelmeye başladılar.

13 Aralık 2009 Pazar

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları-3

Bu kısıtlamaların etkisi altında, göç dalgaları daha istikrarlı olmaya başladı: 1982’de Fransa’da 4 milyon, 1990’da 4,1 milyon, 1999’da 4,3 milyon ve 2006’da 5 milyon yabancı vardı: Fransa nüfusunun %7,4ü ila %8ine denk gelen sayılar.

Şaşırtıcı derecede değişmez bir sayı: 1980lerin başından bu yana, sanılanın aksine, göçmenlerin oranı fazla değişime uğramamıştır. Rekor sayılabilecek doğal nüfus artış oranına eklendiğinde -27 Avrupa ülkesi içinde en yükseği- bahsedilen göç dalgalarının istikrarlı hale gelmesi, komşularına nazaran, Fransa’yı bir istisna haline getiriyor. Eurostat’a göre (Avrupa İstatistik Ofisi) göçlerin Fransa nüfus artışına katkısı %20 iken, aynı oran İrlanda’da %60, Danimarka’da %70, Belçika’da %75 ve …İspanya’da %86! “27 Avrupa ülkesi için, nüfus artışı öncelikli olarak göç kaynaklı; ama Fransa, Hollanda ve Büyük Britanya bu durumun istisnalarını oluşturuyor” saptamasında bulunuyor Giampaolo Lanzieri Eurostat’ın bir yayınında.

11 Aralık 2009 Cuma

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları-2


1891’de bile Fransa’da, Belçika, İtalya, Almanya, İspanya veya İsviçre’den gelen bir milyondan fazla yabancı vardı. "Histoire de familles, histoires familiales" (2005) adlı kitabın da yazarları olan nüfus bilimciler Borrel ve Simon “bu yabancılara iki savaş arasında kalan dönemde Polonyalılar, Ruslar ve Ermeniler katılacaktır” diye yazıyorlar. “1950 ve 1960’ların ekonomik yeniden yapılanma ve kalkınma dönemlerinde göçmen dalgasının yoğunlaştığını görebiliyoruz.”

1970’lerin başlarında, petrol krizi ufukta belirirken, savaş sonrası dönemin göçmen dalgalarını beslemiş olan iş gücü göçü sert bir biçimde kısıtlandı: ücretlilerin göçünün kaldırılması, gönüllü geri dönüşleri teşvik eden siyasetlerin güdülmesi (“Stoleru milyonu”), o dönemde daha belgesizler ('les sans-papiers') diye adlandırılmayanların kovulması.

ps.
Stoleru million:Lionel Stoleru dönemin Chirac hükümetinde çalışma bakanı. Fransa'daki (sayısı 3,4 milyona varan) yabancıların ülkelerine geri dönmeleri için bir milyonluk bir miktar ayırıyor.Ne var ki bu vesileyle ülkeden ayrılan ecnebi sayısı 100.000i aşmıyor.Yarısını İtalyan ve İspanyolların oluşturduğu 100.000 kişi.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Fransa'da Milli Kimlik Tartışmaları

Milli kimlik üzerindeki tartışmalar sırasında pek çok insan Fransa’nın yaklaşık 150 senedir göç alan bir ülke olduğunu unutmuş gibi davranıyor. Komşuları 19. yüzyılda Amerika’ya milyonlarca göçmen yollarken, Fransa daha o zaman tüm Avrupa’dan gelen işçileri buyur ediyordu ki bu siyaset 20. yüzyıl boyunca da devam etti.

Fransa’nın suretini derinden dönüştüren bu karışım hali, Altıgen’i (Hexagone: biçiminden dolayı, Fransızların ülkeye verdikleri bir isim) dünyanın en çok kültürlü ülkelerinden birisi haline getirdi. Bu durumu, tarihçi Gerard Noiriel Fransa “Avrupa’nın Amerikası oldu” diye özetliyor.