19 Nisan 2009 Pazar

Bir süredir çalışıyorum - 1.Kısım

Bir süredir çalışıyorum. Daha önce boş mu geziyordum ki içine girdiğim bu yeni durum çalışmak olarak adlandırılıyor? Pek sayılmaz, aslında bana çalışmam için ayrılmış ofisimde şu an bu yazıyı yazabilecek kadar boş olduğuma bakılırsa, “çalışmanın” hayatıma pek de yeni bir külfet getirmediği söylenebilir. Daha önce daha yoğun olmuştum, daha çok para da kazanmıştım, ama “çalışma hayatı” adı verilen payeye ilk defa layık görülüyorum. Asansör, fax, ticket… Artık ben de onlara aitim.

Çalıştığım alan “eğitim reformu.” İyi bir hayat sürmeye dair bir faydası bulunduğu düşünülen başarılı eğitim sicilimi, başarılı siciller üretecek bir eğitim sisteminin tasarlanması doğrultusundaki bir çabaya kendince eklemlenmeye çalışan bir girişimin girdisi haline getirmem bekleniyor. Ne kadar karmaşık şeyler bekliyorlar benden, görüyorsunuz dostlarım. Bu karmaşa zaman zaman aklımı bulandırsa da, ben bu durumdan şikayetçi değilim: Ne de olsa yaptığım iş; başkalarına yardım etmenin bencilce zevkine, geri kalmışları kalkındırmaya yönelik küstahça şehveti karıştıran bir ego tatmini sağlıyor. Ben bir yandan görevimi ciddiye alma çabasıyla birtakım hesaplamalar, analizler yapıyor ve içeriği “–nınla birlikte, -na karşın, -duğu düşünülürse, …yerinde olacaktır” şeklinde özetlenebilecek politika önerileri kaleme alıyorum, bir yandan da bu görevi yerine getiren adamın omuz başından geriye doğru şöyle bir yükselip bakıyorum yaptığı işe, rüyada gibi. Bir yandan bir eylem, diğer yandan bir eleştiri. Eleştiriyi askıya almadan eylemek mümkün mü, bunun bir deneyini yapıyorum. İlginç bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.

Çalışmalarım beni daha önce pek de haberdar olmadığım birtakım gündemlerle tanıştırıyor. Kısa bir süre içinde bazı konulardaki düşüncelerim değişti bile. Bunlar hakkında belki daha sonra yazacağım. Fakat bazı düşüncelerimin, inançlarımın ve kaygılarımın öğrendiğim her yeni şeyle pekiştiğini de fark ediyorum. Bazı öğretileri, “eğitim” gibi bir perspektifle ilişkilendirerek tekrar değerlendirmem ve daha iyi anlamam mümkün oluyor. Böylece, toplumsal örgütlenmenin yenilenmesinin aslında bir büyük eğitim projesi olduğunu; yeni toplumu doğurmanın aslında içlerimizdeki yeni insanı yetiştirmekle çok yakından ilişkili olduğunu (yeniden?) fark ettim.

Rousseau, toplumun kendisini bir eğitim projesi olarak tasarlamıştı ?//hata-geri_al_son_cumle>ıtşımalrasat karalo isejorp mitiğe rib inisidnek numulpot ,uaessuoR …Bu bağlamda, eğitim üzerinden bireyi ve toplumu; ve bireyin toplumsal ihtiyaçları üzerinden eğitimi yeniden düşünmemiz için kullanışlı olduğunu düşündüğüm üç kitaptan bahsedeceğim.

Birincisi, Howard Gardner’dan “Çoklu Zeka.” Bu, anlaşıldığı kadarıyla ABD’de oldukça şöhret ve itibar kazanmış bir Harvard profesörü olan psikolog Gardner’ın, geliştirdiği “çoklu zekalar” kuramı üzerine bazı makalelerinden ve kendisiyle yapılmış röportajlardan oluşan bir derleme. İçerik, hem orijinal İngilizce haliyle, hem Türkçe çevirisiyle aktarılmış. Kitaba tesadüfen rastlayana kadar ne yazardan, ne kuramından haberdar olduğum için bu derlemenin konuya ne derece iyi bir başlangıç noktası olduğunu bilmiyorum, aslında, mükerrer noktalar içeren makale seçimi ve birtakım çeviri hataları nedeniyle bundan şüphe ediyorum. Kitabı okumaya başlayınca yanlış bir ad taşıdığını da fark ettim, çünkü Gardner içeride bas bas “çoklu zeka değil, çoklu zekalar [multiple intelligences]!” diye bağırıyor.

Kuramın çıkış noktası da bu ayrımda yatıyor aslında: Gardner, IQ (Intelligence Quotient) fetişinin (ki kısaltmasını ezberleyip tam adını parantezlere terk ettiğimize göre gerçekten bir fetiştir bu!) geçerliliğini sorgulayarak başlıyor, insanların zekalarını tutarlı biçimde ölçüp tek bir ölçek üzerinde karşılaştırma fikrinin güçlüğünü tartışıyor ve “zeka” dediğimiz şeyi bileşenlerine ayırmaya çalışıyor. Vardığı noktada en az sekiz zeka türü (veri işleme düzeneği) tespit etmiş: dil zekası (örnek: şair veya hatip), mantık-matematik zekası (besteci ya da icracı), mekan zekası (denizci veya heykeltraş), beden-devin-duyum (kinestetik) zekası (sporcu, dansçı), doğalcı zeka (avcı, botanikçi), kişilerarası zeka (doktor, satış görevlisi) ve kişi içi zeka (kendini çok iyi anlayabilen birey). Gardner’a göre, bu zekaların her biri, bireylerin arzuladıkları yetenekleri* edinmesini farklı biçimlerde sağlayabilir. Bu saptama, şu sorunun yanıtını da işaret ediyor: Neden bazı bireyler okulda çok başarılıyken hayatta (kendi ölçüleriyle bile) başarısız? Ve neden herkesin takdir edeceği erdemlere sahip bireyler her zaman en iyi öğrencilerden çıkmıyor? Çünkü, modern eğitim sistemleri neredeyse tamamen dilsel ve matematiksel-mantıksal zekaların gelişimine odaklanarak, öğrencilerin gelişim potansiyellerini eksik değerlendiriyor.


* Bu yeteneklerin hangi amaçlarla kullanılması gerektiğini işaret eden makbul bireyin kim ve makbul hayatın ne olduğunu belirlemek ise hem kuramın, hem Gardner’in kendine çizdiği gündemin dışında kalıyor. Gardner bunun kültürlere göre değişen bir tercih olduğunu hatırlatarak bu soruya bilimsel bir yanıt verilemeyeceğini, Weber’i hatırlatan bir yaklaşımla, ileri sürüyor.
Devam edebilir

Hiç yorum yok: