7 Mart 2009 Cumartesi

Güz Sancısı Kısm-ı Sani


Yazının ilk kısmında yazdığım türden çok nokta var filmde eleştirilmeyi bekleyen. Bununla beraber bunların uzunca bir listesini yapmak değil amacım. Onun yerine daha farklı bir şeyler yazmayı deneyeceğim. Allah utandırmasın.

6-7 Eylül derin devlet denen bir mekanizmanın ülkedeki en bilindik işlerinden. Belki de en bilindik olanı. Senaryosunda Etyen Mahcupyan’ın da imzası bulunan bir filmden ben açıkçası olayların bu kısmına dair daha fazla şey bekliyordum. Ama sanırım şu sıralarda yerel seçimlerde neden AKP’ye oy vermemiz gerektiğini anlatmakla meşgul olduğundan Mahcupyan senaryoya yeteri kadar ilgi gösterememiş. Göstermiş olsaydı derin devletin izlerini şu sahneden çok önce,ve daha kesif bir biçimde, görmüş olurduk:

Derin devletin adamı olan Kenan olayların en cıvcıvlı yerinde bir Rum dükkânına gider –ki bu dükkânın kapısına sahibi tarafından Besmele-i Şerif asılmaktadır o anda. İçeri girer ve telefonla bir yeri arar, Ankara olduğunu anlarız aradığı yerin. Hattın diğer ucundaki kişiye “Olaylar tahminlerin ötesine geçti efendim, halkı durduramıyoruz…” der. Suratındaki ifadeden Ankara’nın bu duruma pek de önem vermediğini görürüz. Ne yaptığı işte tam da o anda kafasına dank eder Kenan'ın. İnsanlığından utanır gibi olur ama tam da utanmaz…

Koca filmde derin devletsel mekanizmaya işaret edebilecek yegâne sahne işte budur. Yağmacıların tek tip, aynı tornadan çıkan sopalarla donanması filmde üzerinde konuşulacak bir konu olarak görülmez. Olayların çapulcu işi falan olmayıp son derece örgütlü bir özellik taşıdığı es geçilir. Derin Devlet Kenan’ın başkanı olduğu Kıbrıs Türktür Cemiyeti olayların içindedir. Ama bu derneğin neden, kimler tarafından kurulup nasıl fonlandığına dair hiçbir laf edilmez film boyunca. İstanbul Ekspres gazetesinin -o zamanın teknik koşullarını da dikkate alın lütfen- yıldırım baskısından söz etmiyorum bile.

İşin özü sanki film suya sabuna dokunmayayım ama biraz köpüğüm olsun isteyen bir yapımcı-senarist grubunun elinden çıkma gibi. Hani lokantalardan vesaire mekânlarda görüyoruz: basıyorsun önceden hazırlanmış sabun köpüğü eline düşüveriyor, oluyorsun pir ü pak. Film de aynı bu evvelden hazırlanmış köpükler gibi, suyla sabunla işi yok.
Olayların arka planından bahsetmeyip, devlette ta Osmanlı zamanından beri süre gelen Müslüman olmayandan hazzetmeme “refleksine” hiç değinmeyip bir 6-7 Eylül filmi yapmaya kalkarsanız bu tip bir şey olabiliyor ancak. Aralardaki aşk meşk bile filmi kurtarmaya yetmeyebiliyor kimi zaman.
Film “Nerede o eski Ermeni mezeciler, Rumlarla ne güzel komşuluk ederdik, ah bizim bir Salomon vardı çok severdik” söyleminden bir parmak yukarıda kalıyor.

Sadece tek bir parmak.

Hiç yorum yok: